HAGB Kararına Karşı İtirazda Merciinin Esas Hakkında İtirazları İncelemesine Kanuni Bir Engel Bulunmamaktadır.

“İçtihat Metni”

18. Ceza Dairesi         

NUMARASI:2016/18243 E.  ,  2017/2413 K.

KARAR
Hakaret suçundan sanık …’un, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 125/1, 62/1 ve 52/2. maddeleri gereğince 1.500,00 Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair Samsun 9. Asliye Ceza Mahkemesinin 25/06/2015 tarihli ve 2014/80 esas, 2015/878 sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/08/2015 tarihli ve 2015/915 değişik iş sayılı kararının, Adalet Bakanlığı tarafından kanun yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 18/11/2016 gün ve 386282 sayılı istem yazısıyla Dairemize gönderilen dava dosyası incelendi.

İstem yazısında; “ Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22/01/2013 tarihli ve 2012/10-534 esas, 2013/15 sayılı kararı ile itiraz mercinin sadece şekli olarak değil, hem maddi olay, hem de hukuki yönden inceleme yapabileceği yönündeki kararı göz önüne alınarak yapılan incelemede;

1) 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73/1. maddesinde yer alan “Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.” şeklindeki düzenleme nazara alındığında, katılanın kendisine hakaret edildiğini öğrendiği 2011 yılı Şubat ayı itibarıyla kanuni süresi geçtikten sonra 11/12/2012 tarihinde şikâyette bulunması nedeniyle sanık hakkında açılan kamu davasının düşmesine karar verilmesi gerektiği,

2) 5237 sayılı Kanun’un 125/1. maddesinin son cümlesinde yer alan; “Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.” şeklindeki düzenleme karşısında, gıyapta hakaret suçunun “ihtilat” unsurunun somut olayda gerçekleşmemesi nedeniyle sanığın beraatine karar verilmesi gerektiği cihetle,
İtirazın bu yönlerden kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.” denilmektedir.
Hukuksal Değerlendirme:
5271 sayılı CMK’nın 231. maddesinde düzenlenen “hükmün açıklanmasının geri bırakılması” müessesesinin uygulanabilmesi için, anılan maddenin 6. fıkrasında belirtilen objektif ve subjektif koşulların bulunması ve öncelikle sanığın isnad edilen suçu işlediğinin yapılan yargılama sonucu belirlenmesi gerekmektedir.
CMK’nın 231. maddesinin 12. fıkrasına göre hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı itiraz yoluna başvurulabilecektir.
Olağan kanun yollarından olan itiraz, 5271 sayılı CMK’nın 267 ila 271. maddeleri, arasında düzenlenmiş olup “İtiraz olunabilecek kararlar” başlıklı 267. maddesinde; “Hâkim kararları ile kanunun gösterdiği hâllerde, mahkeme kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir” şeklindeki düzenlemeye göre, kural olarak sadece hakim kararlarına karşı gidilebilecek olan itiraz yoluna, kanunlarda açıkça gösterilmiş olunması kaydıyla mahkeme kararlarına karşı da başvurulması mümkündür.
CMK’nın 270 ve 271. maddelerine göre, itiraz incelemesi kural olarak duruşmasız ve dosya üzerinden yapılacak, merci gerekli görürse Cumhuriyet savcısı, müdafii veya vekili de dinleyebilecektir. Bunun yanında merci, yazı ile cevap verebilmesi için itiraz istemini Cumhuriyet savcısı ve karşı tarafa bildirebilecek, kendisi de inceleme ve araştırma yapabileceği gibi gerekli gördüğünde bunların yapılması konusunda emir de verebilecektir.
CMK’nın itirazla ilgili yukarıda yer verilen maddelerinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yönelik itirazın yalnızca şekil yönünden inceleneceği, esasın inceleme dışı bırakılacağına dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 22/01/2013 tarih ve 2012/10-534 esas, 2013/15 sayılı kararında; “İtiraz mercii, o yer Cumhuriyet savcısının suç vasfına yönelik aleyhe başvurusu üzerine incelemesini sadece şekli olarak değil, hem maddi olay hem de hukuki yönden yapmalı, gerekli gördüğünde cevap vermesi için itirazı sanık müdafiine tebliğ etmeli ve Cumhuriyet savcısı ile sanık müdafiini dinlemeli, yine ihtiyaç duyduğu konular varsa gerekli araştırma ve incelemeyi yapmalı ya da bunların yapılmasını sağlamalı ve bunun sonucunda da TCK’nun 191/2. maddesi gereğince verilen tedavi ve denetimli serbestlik kararının isabetli olup olmadığına karar vermelidir.” şeklindeki gerekçesiyle itirazın hem maddi hem hukuki yönden ele alınması ve her yönden hukuka uygunluğunun denetlenmesi gerektiğine karar vermiştir.
5237 sayılı TCK’nın “hakaret” başlıklı 125. maddesinde; “ Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi gerekir.” hükmü yer almaktadır.
Hakaret suçu mağdurun olmadığı veya mağdurun doğrudan vakıf olamayacağı bir şekilde işlendiğinde gıyapta hakaret suçu oluşmaktadır. Ancak gıyapta hakaret suçunun cezalandırılması için, failin mağdur dışında toplu veya dağınık en az üç kişiyle ihtilat ederek bu suçu işlemesi gerekmektedir. Suçun faili ihtilatı bilerek ve isteyerek gerçekleştirmelidir. İhtilat kişilerle birebir görüşerek gerçekleşebileceği gibi, üç veya daha fazla kişiye mektup göndermek, telefon etmek, SMS veya e-mail göndermek suretiyle de gerçekleştirilebilir. Ancak ihtilat unsurunun gerçekleşmesi için, failin sözleri en az üç kişinin duyabileceği bir ortamda ve şekilde söylemesi yeterli olmayıp, muhatapların bizzat anlamaları ve vakıf olmaları lazımdır.
Ayrıca, TCK’nın 73. maddesinde, “(1) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.
(2) Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar.” hükümlerine yer verilmiş,
5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrasında ise,”…Türk Ceza Kanununda öngörülen düşme sebeplerinin varlığı yada soruşturma yada kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hallerinde, davanın düşmesine karar verilir.” hükümleri düzenlenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.01.2014 tarihli, 2013/9-593 Esas ve 2014/24 Karar sayılı kararında; “ 5237 sayılı TCK’na hakim olan ilke gerçek içtimadır. Bunun sonucu olarak, “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusu olacaktır. Nitekim bu husus Adalet Komisyonu raporunda da; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnalarına ise, 5237 sayılı TCK’nun “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde yer verilmiştir.
Zincirleme suç, 765 sayılı TCK’nun 80. maddesinde; “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır” şeklinde hüküm altına alınmışken, 5237 sayılı TCK’nun 43. maddesinin birinci fıkrasının konumuza ilişkin ilk cümlesinde; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir” biçiminde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nun 43/1. maddesinde düzenlenen zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için,
a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığa konu olayda, resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu kabul edilen eylemlerin değişik zamanlarda gerçekleştirilmesi ve suçların mağdurunun aynı olması şartlarının mevcut olduğu konusunda bir tereddüt bulunmaması nedeniyle, zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesi açısından, “suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi”ne ilişkin şartın gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulmalıdır.
Ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 gün ve 384-2, 03.12.2013 gün ve 1475-577, 30.05.2006 gün ve 173-145 ile 08.07.2003 gün ve 189-207 sayılı kararlarında yer verildiği üzere, aynı suç işleme kararı altında suç işlenmesi her biri ayrı ayrı suç teşkil eden fiilleri birbirine bağlayan ve olaya zincirleme suç özelliğini veren subjektif bir bağdır. Sanığın çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suç işlediği ya da suç işleme kararının yenilendiği durumlarda aynı suç işleme kararından söz edilemeyeceğinden, zincirleme suç hükümleri uygulanmayacaktır.
Zincirleme suçtan söz edebilmek için failin, başlangıçta genel bir niyet ve suç işleme kararı ile aynı suçu aynı mağdura karşı birden fazla kez işlemesi gerekmektedir. Buna göre “suç işleme konusunda tek kararı” olmayıp, ikinci eylemde suç işleme kararı yenilenmiş ise her bir fiil bağımsız suç olarak kabul edilecek ve zincirleme suç söz konusu olmayacaktır. Sanığın iç dünyasına ilişkin olan bu gereklilik sübjektif bir şart olup, mahkemelerce denetime imkan sağlayacak şekilde tespit edilerek karara yansıtılması gerekecektir.
Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade eder. Önce suç işleme kararı verilir ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların herbirinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer alır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.
Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermez. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilir.
Zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusunda tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.” şeklinde, suç kastının yenilenmesi hususunda karar vermiştir.
Ayrıca yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.07.2003 tarihli, 2003/5-189 Esas, 2003/207 Karar sayılı kararında; “Ceza Hukukunda, yasadaki tarife uygun her netice, ilke olarak ayrı bir suç oluşturur ve fail kaç netice meydana getirmişse, o kadar suç işlemiş sayılarak,her biri nedeniyle ayrı ve bağımsız yaptırıma maruz kalır. Ancak, bazı hallerde, değişik neticelerden dolayı faile tek bir ceza hükmedilmesi ile yetinilir. Birden fazla neticenin meydana gelmesine karşın, faile tek ceza verilmesini gerektiren hallerden biri, müteselsil (zincirleme) suçtur.
T.C.Y.nın 80. maddesinde müteselsil suç, “Bir suç işlemek kararının icrası cümlesinden olarak kanunun aynı hükmünün bir kaç defa ihlal edilmesi, muhtelif zamanlarda vaki olsa bile bir suç sayılır. Fakat bundan dolayı terettüp edecek ceza altıda birden yarıya kadar artırılır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Bu yasal tanımlamadan anlaşılacağı gibi, müteselsil suçun varlığı için bazı koşulların gerçekleşmesi gerekir. Bunlardan birisi, birden fazla suçun (neticenin) bulunması, diğeri; bu suçların kanunun aynı hükmünü ihlal etmeleri, üçüncüsü ise; birden fazla suçun aynı suç işleme kararına bağlanmasıdır.
Somut olayda, Yasanın aynı hükmünün birden fazla ihlal edildiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmadığından, müteselsil suçun üçüncü koşulu olan ve öğretide suçun subjektif koşulu olarak adlandırılan, aynı suç işleme kararı üzerinde durmak gerekmektedir.
Ceza Yasasının 80. maddesi, 4055 Sayılı Yasa ile değiştirilmiş ve maddedeki “aynı kasdi cürmü” sözcükleri çıkartılarak yerine, “aynı suç işleme kararı” sözcükleri konulmuştur. Bu değişiklikle, haklı olarak müteselsil suçlarda suç kastlarının ayrılığında zorunluluk bulunduğu, “aynı suç işleme kararının” kasttan başka bir anlam taşıdığı vurgulanmak istenmiştir.
Kaynak yasa ile yasamızdaki “aynı suç işleme kararı” kavramından ne anlaşılacağı öğreti ve yargısal kararlarda değerlendirilmiş, bunun, kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan (Antokosei Maggiore, Manzini’ye atfen DÖNMEZER-ERMAN cilt1, Sh.387), kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususundaki genel bir niyet (Raineri-Pannen’e atfen DÖNMEZER-ERMAN) anlamında bulunduğu, ancak çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, örneğin hırsızlığı kendisine meslek edinmiş bir kimsenin, çok sayıda hırsızlık suçu işlemesinde saik birliği bulunduğu halde, bu saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif koşulunu oluşturmayacağı (SANCAR), işlenen suçlar aynı olsa dahi, failin eline geçirdiği fırsatlardan yararlanarak bunları işlemesinde, aynı suç işleme kararından bahsedilemeyeceği, suçlar arasında uzun bir süre bulunmasının, aynı suç işleme kararının değil ortaya çıkan fırsatlardan yararlanma şeklinde yorumlanabileceği (ÖNDER), görüşleri ileri sürülmüştür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun konuya ilişkin 2.3.1987 gün ve 341/84 sayılı, 20.3.1995 gün ve 48/68 sayılı kararlarında, öğretideki görüşlere yer verildikten sonra “aynı suç işleme kararından” Yasanın aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiştir.
Aynı suç işleme kararının varlığı, olaysal olarak suçun işlenmesindeki özellikler, suçun işleniş biçimi, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, mağdurların farklı olup olmadıkları, ihlal edilen değer ve yarar ile korunan değer ve yarar, olayların oluşum ve gelişimi ile tüm özellikleri değerlendirilerek belirlenecektir.
Yine yargısal kararlarda, suçların işlenme tarihleri arasında az veya çok bir zaman aralığı bulunması, suç mağdurlarının birden fazla olması halinde teselsülü reddetmenin adalet ve hakkaniyete uygun bulunmayacağı genel bir kabul görmekte ise, 2-3 ay gibi, uzun sayılabilecek ve makul kabul edilemeyecek bir zaman aralığının bulunması halinde, suç işleme kararında birlik bulunamayacağı kabul edilmiş, (…nun, 17.4.1995 gün ve 97-122 sayılı, 17.10.1988 gün ve 303-367sayılı kararları) öğretide de, aradan geçen uzun sürenin aynı suç işlemek kararının değil ortaya çıkan fırsatlardan yararlanma şeklinde yorumlanması gerektiğine, iki ihlal arasında çok uzun bir zaman aralığı bulunmasının suç kararında birlik olmadığına karine teşkil edebileceğine değinilmiştir. (ÖNDER),(EREM-DANIŞMAN-ARTUK). İ.Malkoç’da, Genel Adap ve Aile Düzenine Karşı Cürümler isimli eserinde; tasaddi suçunun ancak kısa aralıklarla aynı mağdura karşı işlenmesinde TCY.nın 80. maddesinin uygulanabileceğini belirtmiştir.” şeklinde karar vermiştir.
İncelenen dosyada; sanığın, müşteki hakkında gıyabında “ahlaksız, tacizci” şeklinde sözler sarfettiği iddiasıyla, 5237 sayılı TCK’nın 125/1. maddesi uyarınca kamu davası açıldığı, aynı madde uyarınca mahkumiyet hükmü kurulduğu ve verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, yapılan itiraz üzerine değerlendirme yapan itiraz mercii tarafından itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.
Somut olayda, müşteki …’nin 11.12.2012 tarihli dilekçesiyle Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek, hakaret suçundan sanık hakkında şikayetçi olduğu anlaşılmıştır. Dosya kapsamı incelendiğinde, tanık …’un mahkeme aşamasında alınan beyanında, sanığın, suça konu sözleri, 2011 yılı Şubat ayında tanık huzurunda söylediği ve tanık …tarafından bu sözlerin bir kaç gün sonra müştekiye iletildiği, yerel Mahkemece yapılan kabule göre, sanığın, tanıklardan …ile 2011 yılı sonbahar aylarında yaptığı telefon görüşmesi sırasında müşteki ile ilgili olarak suça konu sözleri söylediği ve tanık tarafından müştekiye iletildiği, yine Mahkemece yapılan kabul ve tanık …’in beyanı incelendiğinde aynı nitelikte olan suça konu sözlerin 2012 yılı Mart veya Nisan aylarında sanık tarafından söylendiği ve aynı tarihlerde müştekiye iletildiği, tanık …’nin beyanı değerlendirildiğinde ise, yine aynı nitelikteki sözlerin 2012 Eylül-Ekim aylarında sanık tarafından söylendiği ve aynı tarihlerde müştekiye iletildiği görülmektedir.
Bu suretle dosya kapsamında, yukarıda belirtilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararları ve yasal mevzuat dahilinde değerlendirme yapıldığında, sanık tarafından aynı nitelikteki hakaret içerikli sözlerin, farklı tarihlerde, farklı tanıklar huzurunda söylendiği, yerel Mahkemenin kabulü ve tanık beyanlarına göre, tanıklar huzurunda söylenen bu sözler arasındaki zaman aralığı dikkate alındığında, her bir tanık huzurunda söylenen sözler açısından, sanığın kastının yenilendiği anlaşılmakla, gerçek içtima kuralı göz önüne alınarak, her bir eylem açısından hakaret suçu kapsamında ayrı ayrı değerlendirme yapılması gerekmektedir.
Tanıklar …ve … huzurunda ve müştekinin gıyabında söylenen sözler açısından, suçun işlendiği tarih ile şikayet tarihi arasında altı aylık yasal hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu , ayrıca gıyapta hakaretin gerçekleşmesi için aranan “fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi” unsurunun her iki eylem kapsamında gerçekleşmediği anlaşılmıştır.
Tanık …huzurunda ve müştekinin gıyabında söylenen sözler açısından ise, suçun işlendiği tarih ile şikayet tarihi arasında altı aylık yasal hak düşürücü sürenin geçmemiş olduğu tespit edilmesine karşın, gıyapta hakaretin gerçekleşmesi için aranan “fiilin en az üç kişiyle ihtilât ederek işlenmesi” unsurunun somut olayda gerçekleşmediği görülmektedir.
Sonuç olarak, iddianameye konu yukarıda açıklanan eylemler açısından sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurularak, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği, bu nedenle, yukarıda yer verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında da vurgulandığı üzere, itirazı inceleyen mercii tarafından hem usul hem esas yönünden inceleme yapılarak, açıklanan gerekçelere göre itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde itirazın reddine karar verilmesi, hukuka aykırı bulunmuştur.
SONUÇ:
Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, kanun yararına bozma isteği doğrultusunda düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden,
1- Samsun 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17/08/2015 tarihli ve 2015/915 değişik iş sayılı kararının, 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca
BOZULMASINA,
2- Aynı Kanun maddesinin 4-a fıkrası gereğince, sonraki işlemlerin mahallinde tamamlanmasına, 06.03.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

NOT: Bu sitede yayımlanan Yargıtay Kararları ilke kararlar olup yerleşmiş ve istikrarlı şekilde uygulanan kararlardır. Saygılarımla.